bana göre,
öncelikle tanrıya yapılan gördüğüm bir eleştirileye cevap vereyim;
-eğer
allah varsa, islamiyet doğruysa bu kadar boş yere zulüm , işkence
gören, bataklıkta, savaşın içinde doğan, tecevüze uğrayan çocuğun,
gencin, insanın ne gibi bir günahı var?
+bütün bunları yapan
zaten tanrı değil, insan. insanın yaptığı zulüm inanca göre zaten
cehennem denilen yerde görülecek. insanoğlunun yaptığı bütün bu işkence
ve zulüm "özgür irade" sonucu. kader ise farkındalıksız bir şekilde
orada dünyaya gelen insan talihsizliği. insanın sadece seçim yapamadığı
olgular "kader" olarak nitelendirilir. mesela anne-babası, akrabaları,
doğduğu toplum. bu seçilimler arasında, özgür iradesi ile iyi-kötü
arasında seçim yapar.
bir çocuğun savaş ortamında doğması,
anne-babasının özgür iradelerinin sonucunda ortaya çıkan durumdur.
burada yine tanrının bir kusuru yoktur.
öncelikle insan beyni neden inanç üretir? sorusunun cevabını kitabından alıyoruz;
"tıpkı
bedenin hamağa uzandığı zaman, barfikse asıldığı zamandan daha rahat
olması gibi, beyin de kuşku duyduğu zamanlara kıyasla inanç duyduğu
zaman daha rahattır..."
insan karanlıktan korkmaz, onun içindekini bilmediğinden korkar.
insan yükseklikten korkmaz, düşmekten korkar.
insan sevmekten korkmaz, sevilmemekten korkar.
yani insan, anlamadığı sonucunu kestiremediği, bilmediği şeyden korkar.
o yüzden tv'deki bütün din hocalarına, tüm inananlar en ufak saçma sapan sorusu olsa dahi soruyor.
o
yüzden ki tüm insanlar islam'dan önce anlayamadığı güneşe, bilmediği
ay'a, biraz farkındalıktan sonra hiç görmediği o tanrı'ya inandı.
din
kötü birşey değildir. aksine din güzel birşeydir. her ne olursa olsun
iyilik yapmayı pompalayacak bir olgu var. iç huzurunu psikolojini
düzeltebilcek, sana bu koca evrendeki anlamsızlıkta sana huzur verecek
bir olgudur din.
ancak salt gerçekliği, iyiliğinin
ödüllendirilmeyeceği, kötülüğün cezasız kalacağını bilerek ve sırf bu
yüzden dua'ya yani başka birinin iyiliğine muhtaç olmadan yaşayabilmek
yürek ister. şuan elinde ne olduğuna bakıp şükredenlerin yerine, elinde
ne olmadığına bakıp neden diğerlerinde varken sende olmadığını
sorgulamak yürek ister.
hz.muhammed, bana göre ondan 1000 yıl
önce yaşamış olan platondan daha salak değildi. aksine onun kadar
akıllıydı. düşünün hz.muhammed'ten 1000 yıl önce insanlar var ve çok
zekice şeyler yazabiliyorlar. evet hz.muhammed'in bir filozof
olabileceğini düşünüyorum. mağaraya girip derin düşüncelerinin ürünü
olduğunu düşünüyorum kur'an'ın. tıpkı yeri gelince ayetleri değiştirmesi
gibi. (bkz: nesh)
nasıl ki şuan nietzsche'nin "tanrı öldü" sözü kafa karıştırıyorsa, hz.muhammed'in
"tanrı var" kasti kafa karıştırıyor. bu işlem sadece "buyurun tanrı'ya
inanın o var gördüğünüz gibi kitap yolladı." kadar kolay olmamış
tarihten anlaşıldığı üzere. allah adına islamiyeti yaymak, bunun gerçek
din olduğuna insanları inandırmak, kendi islam topluluklarına insanları
çekmek ve o kurallara göre yaşamalarını istemek hz.muhammed'in asıl
işiydi. yani bir "kitap peygamberi" olması asıl mesele değil.
evet,
tanrı belki insanın yazıyı bulmasını, biraz akıllanmasını istedi
kendini direk beyan etmek için. islam'a göre, şeytan ve tanrı'nın
tartışmasının ürünü olan dünya ve insanlık, neden bu kadar yıllık
insanlık tarihinde gerçek dini bunca zaman bekledi. şimdi bana
hristiyanların, musevilerinkinin de doğru olduğunu söyleyen müslüman
çıkabilir. yapma kardeşim bi tarafta vaftiz bi tarafta sünnet, bi
tarafta şarap serbest, ötekinde içmek cehennem suçlarından.
yahudilerdeki kutsallık anlayışı ve armageddon senaryosuna'da
inanmadığını biliyorum.
yani bu durumda kimse kimseyi
kandırmadan yazalım, kur'an'da bahsedildiği için müslümanlar diğer
kitaplara inanırlar. ama o kitapların içinde verilen direktiflere zerre
inanmazlar, değiştirilmiş olduğunu felan söylerler veya son kitapta ne
yazıyorsa o dur, diğerleri geçersizdir derler. sanki tanrı, insanoğlunun
zaman algısında hareket ediyormuş gibi canı sıkıldıkça vazgeçip şarabı
yasaklıyor, arada nesh yapıyor ya.
şimdi
gelelim islam dininin aslında nasıl bir "kutsal din" olmak yerine,
"toplumsal yasa" olmasına. öncelikle şunu söyliyeyim. islam dini bir
yönetim biçimi ve ideolojidir. tıpkı demokrasi, komünizm vs gibi.
ideolojilerde
ve toplumlarda ödül-ceza sistemi net bir şekilde beillidir. kötülük
yaparsan hapse girersin. iyilik yaparsan bulunduğun çevre dahilinde
saygı, sevgi cinsinden mükafatlandırılır.
islam dinin de ise bilindiğin üzere cennet ve cehennem var.
peki cennette vaadedilipte dünyada olmayan şey nedir ?
yada şöyle gidelim, zenginin elde edemediği cennette olan dünyada olmayan şeyler nedir?
“cennet, mü’min ve muttakiler için mükâfat olarak hazırlanmış ebedi kalacakları bir meskendir.”
tevbe 72, furkan 15
-bu o zamanın zenginini inandırmak için.
“orası güvenilir bir makamdır.”
duhan 51
- zengin için dünyada var.
“altından ırmaklar akar.”
bakara 25, âl-i imran 15, 136, nisa 57
- zengin için dünyada var.
“cennette elbiseler ipek ve atlastan olup yeşil renkli, altın ve incilerle bezenmiş haldedir.”
hac 23, fatır 33, duhan 53
- zengin için dünyada var.
“cennette altın ve gümüş bilezikler takılacaktır.”
kehf 31, fatır 33, insan 21
- zengin için dünyada var.
“cennet ehli oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla birlikte girer.”
ra’d 23, yasin 56
-zenginin çocuğu kötü olsa bile en iyi yerde yukardaki tüm şartlara sahip olarak yaşar.
“cennette
hurilerden eşler vardır. o huriler ki yeni bir yaratılışla yaratılmış,
bakire, göğüsleri tomurcuklaşmış, yalnızca kocalarına bakan ve onlara
âşık, saklı inciler gibi iri gözlü, gün yüzü görmemiş yumurta gibi
bembeyaz, çadırlar içinde ve tertemiz, yaşıt sevgililer halinde
olcaktır.”
vakıa 22, 23, 35, 37, nebe 33, saffat 48, 49, rahman 72, nisa 57
-zengin
için hurilerden daha güzel kadınlar var. istediği zaman threesome yapan
bir insan olduğunuzu hayal edin, yada etmeyin zengin yapıyor. cennette
bu yüzden "hayali" bir nevi valhalla.
“oranın yemişi ve gölgesi süreklidir.”
ra’d 35
-zengin için istediği meyve, istediği mevsimde vardır.
“berrak, içene lezzet veren, sersemletmeyen ve sarhoş etmeyen içkileri vardır.”
saffat 46, 47
-daha iyisi var. yalnız bune lan sarhoş etmeyen içki varmış meyve suyu yani.
“çeşitli meyveler vardır.”
yasin 57, zuhruf 73
-daha açık olur musunuz hz.muhammed bey.
“cennet ehlinin canlarının istediği kuş etleri vardır.”
vakıa 21
-islamiyet
topraklarının zamanında avcılık sıkıntısı çektiğinin göstergesidir.
insanın hem etçil hem otçul olmasındaki göstergelerden biri. zengin için
et mi? peh kuşta neymiş.
“cennette acıkmak ve susamak yoktur.”
ta-ha 118, 119
-
bu güzelmiş. yalnız aç olmayan bir insanın istek mekanizması neden az
önce yukarda yazdıklarını istesin. neden vaat edilmiş öncekiler. uyuma
denen bir şey olmasa, insan uyur mu? insan acıkmasa beslenir mi? bunlar
zevk işi değil, yaşam faaliyetlerini sürdürme işidir. gerkesiz ve bana
göre direk uydurma bir cennet bilgisidir.
“orada ehlinin canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey vardır.”
zuhruf 71
-kadın,
doğa, yemek..?zengin için var. insan farkındalık sahibi olduğu şeyi
arzular. mesela ben scarlett johansson'ı hiç görmeseydim onu düşleyip
isteyemezdim.
“bahçeler ve üzüm bağları vardır.”
nebe 32
- zengine var.
...
diye gidiyor. yani elde edilmesi teknik açıdan imkansız olan şeylerin
vaadedildiği bir toplumun, bunların idealleri ile eyleme geçirilmesinden
başka birşey değildir din savaşları.
birazda toplumu oluşturduktan sonra yapılmasını zorunlu kıldıkları birkaç şeye bakalım.
Zekat Vermek;
uzaktan
bakınca ne kadar da tanrısal, iyilikten başka bir amacı olmayan
uygulama gibi duruyor değil mi? zekat vermenin, zengin bir iş adamının
bir derneğe 10 bin tl bağışlamasından bir farkı yoktur. zengini fakir
etmez, ama fakiri susturur. bütün müslüman toplumları zekatı şöyle
bilir;
altın ve gümüşün değerinin 40'ta 1'i. tarladaki ürünün 10'da 1'i.
şimdi ne anladınız bu cümleden.
değerli eşyadan az, tarladakinden fakire 10 da 1.
zekat vermek, bir nevi fakirin zengine saldırmasını önlemek, ayaklanmasını engellemek içinidir.
yahu bir din düşünün ki, tüm insanlar eşit olmalıdır diyemiyor, demiyor.
Oruç Tutmak;
yine
her zaman olduğu gibi fakirin zengine ayaklanamasını durdurmak içindir.
oruç tutmak fakirin halinden anlamaktır diye geçer. sanki fakirin hali
13 saat aç kalarak anlaşılacakmış gibi. ha bide iftar anında
pastırmalara, etlere saldırmakta garip. sanki fakir adam karnı doyarken
öyle zengin çeşitli sofrada yemek yiyor. oruç tutmak, fakirleri
kandırmaktan başka birşey değildi zamanında. şuan zaten garip bir kültür
halini aldı. oruç tutarsın, akşamına hayvan gibi etini, baklavanı
yersin, fasıllar eğlenceler yaparsın, fakirde neymiş?
öncelikle sen
böyle birşeyi dinin en merkezi noktalarından birine koyarak
"zengin-fakir" ayrımını kabul edemezsin. paranın varlığının etkisi gün
gibi açıkça görülmektedir. para dine karışmıştır. o andan itibaren
paraya muhtaç olarak yaşayan tek canlının insan olduğu apaçık
görülmektedir. insan icadı olan bir nesneyle toplumları korkularından
yakalayıp yönetmek muhteşem bir fikir. hz.muhammed'e saygılarımı
sunuyorum.
Hacca Gitmek;
yahu
son kitap diyorsunuz. önümüzdeki 5 milyon yıla hitap edecek diyorsunuz.
bugün türkiye'deki hangi müslüman hac vazifesini yapabiliyor. bir
diyanet soyuyor, bir hava yolları, bir araplar. fakir olanada neymiş
efendim gerek yokmuş gitmesinmiş. müslüman devlet değil misin?
gönerdesene bedavaya herkes vazifesini yerine getirsin. ama yok. din
üzerine değil, para üzerine kurulmuş insanlık. oraya gidip taşladığın
şeytan, aslında para. oraya gidip acılarını, sorunlarını aktardığın bir
çok şey o şeytan zannettiğin para yüzünden.
islam veya dinler, kapitalist toplumunların zeminini hazırlamıştır. hani solcular veya komünistler
allahsız olarak görülür ya, bence siz onu bu adamlar paranın
getirebileceği kapitalistler etkenlere, insanların eşit olma
düşüncesine, özel mülkiyetin olmaması fikrine karşı olduğuz için bu
insanları suçluyorsunuz.
Nietzsche'nin
insanlar hakkındaki güce tapma fikrinede saygı duyarım. onu da
paylaşıp, insandaki "tapma ve güç istemi, efendi olup toplumları
yönetmek" sonucunda doğan islamiyet konusundan
uzaklaşayım...halifelikten tut müslümanların kraliyet ailelerine...
islam dini paranın, gücün bir oyunudur.
nerede canlı buldumsa,
orada itaat hakkında konuşulduğunu da duydum.
her canlı aynı zamanda bir itaat edendir.
ve şuydu ikinci duyduğum;
kendi kendine itaat etmeyene, emredilir!
böyledir canlıların doğası...
ve kendi kendine emir verdiğinde de;
o zaman da ödemelidir, kendi emrinin bedelini.
kendi yasasının yargıcı ve celladı
ve kurbanı olmak zorundadır.
''peki nasıl olabiliyor bu ?'' diye sordum kendime.
canlıyı itaat etmeye ve emretmeye
ve emrederken hâlâ itaatkâr olmaya ikna eden nedir ?
dinleyin şu sözümü ey en bilgeler !
nerede bir canlı gördüysem
orada güç istemini gördüm;
ve hizmet edenin isteminde bile,
efendi olma istemini gördüm.
zayıf olanı güçlü olana hizmet etmeye ikna eder istemi, daha da zayıfların üstünde efendi olmak isteyenin;
bir tek bu zevkten mahrum bırakamaz kendini.
17 Eylül 2015 Perşembe
5 Haziran 2015 Cuma
Dinlerin Bilimin Önünü Kesmesi
Salt inancın değil, dinlerin bilimin önünü kesmesi diye tekrarladığım düşünce.Çünkü
din bir nevi mitolojiktir. Allah'ın olduğu yerde efsaneler, mucizeler,
hikayeler vardır. bilimin amacı dinlerin garipliğini mantığa kavuşturmak
değildir. Dinde gelişen olayları, fizik kuralları reddediyor olsa bile (örneğin),
en fazla inancınız zedelenir ve dinden çıkarsınız. İnsanların allah
korkusu ve salt gerçeklerle yüzleşme korkusu, bilimin dine olan herhangi
bir yakın noktasında sırtını çevirip gitmesini sağlıyor. O yüzden dinin
içinde olup ona körü körüne inanmak demek, dini değerleri şüpheye
düşürecek bilim bulgularını reddetmek demektir. (bkz: evrim teorisi)
Ancak mesele, dinin bir bütün olarak bilimle çelişip çelişmemesi değil. mesele, dinin insanlara verdiği bilimsel vizyon görüşünü kapatması. Ya din ya bilim, elbet birbirlerinin önünü bir yerde kesecektir. Ya yapay canlılar yaratılırken, ya başka gezegenlerde yaşam keşfedilirken ya da bilim, insanları tekrar diriltebilirken. Bu bahsettiğim olguları inançlı birinin yapması zor. Çünkü inançlı birisi, etik olarak dinin kurallarına ve dogmatik yapısına bağlı kalmak durumundadır. Örneğin; yaratılış hikayesini kabul edip sual sormaz ise, genetikte biyolojide ilerleme kaydedemez. Veya beklenmedik bir ölüme karşı kader diyip geçerse, o hastalığın tedavisini asla bulamaz. Bir şeyi öğrenmenin temel yolu soru sormaktır. Yani bu soruyu belli sebepler dahilinde soramamak, ufkunu yarıya indirmek demektir. Din olguları ise, günümüz şartlarında yanlış ellerce kullanılmasından dolayı ufku yarıya indiriyor. dinin korkutucu bir öğe olarak cahilce kullanılmasının sonucu olarak kişi korku faktöründen dolayı dine bilimden daha çok inanıyor, ve bu yüzden bilim gelişmiyor. türkiye'de şu durumdan dolayı.
Günümüzden gerçek bir örnek verip, din-bilim ilişkisine göz atalım. Hepinizin bildiği gibi coğrafya bir bilim dalıdır. Eskiden dünyanın yuvarlak olmadığı konusunda tek kişi hariç, herkes hem fikirdi. Ancak coğrafya bilimi, bu tek kişinin haklı olduğunu ortaya çıkardı. Günümüzde kime sorsanız inançlı yada inanmayan dünyanın yuvarlak olduğuna inanır. Çünkü dine karışan bir olgu yoktur o an işin içinde. Ancak bir camiye gidip ibadet eden kişiye, kabeye doğru değilde 180 derece dönüp namaz kılmasını, bunun aslında dünyanın yuvarlak olmasından mütevellit, aynı hesaba geleceğini söyleyin. Vereceği tepkiyi merak ederdim doğrusu. Tabi ki denemeden bilemeyiz ama, onca senedir bu memleketteyiz, neler gördük neler duyduk. Sonucu az çok tahmin edebiliriz sanırım.
Şayet sonuç tahmin ettiğimiz boyutta ise, inanılan bir salt bilim doğrusunun, dini değerlere karışma ve onu sarsma kaygısından ve hatta bilinç altında allah korkusunu tetiklediğini görmekteyiz. O yüzden henüz kesin olarak bilinmeyen olguların, inananlar tarafından doğru veya yanlış olduğu sonucuna varılamaz (big bang'ten önce ne olduğu veya yaratıcı var mıdır sorusu). Henüz bilinmeyen olgular ile allah'ın varlığı ispat edilemez. Aynı şekilde yokluğu da ispat edilemez. İnanan insanların önce buna bir son vermesi gerekiyor. İnanmayan kişilere, henüz bilimin ulaşamadığı yerlerden sorular sorulması, kişinin cehalettinden başka bir şey değildir. Dinin kesin hüküm verebildiği, bilimin üzerine gittiği konular inanan insanları rahatsız etmemelidir. Bilime katkı yapmak için önce bunu bir köşeye bırakmak gerekiyor. Aksi takdirde, türkiyede bilimde çığır açabilicek herhangi bir gelişme yaşanacağını düşünmüyorum. Onlarca einstein olsa da, sırf çevreden gördüğü bu din kaygısı yüzünden ufku daralacaktır. Şimdilik en azından inanan insanların bu bilince gelmesi umuduyla diyelim. (yine genelleme yapmıyorum.)
Ancak mesele, dinin bir bütün olarak bilimle çelişip çelişmemesi değil. mesele, dinin insanlara verdiği bilimsel vizyon görüşünü kapatması. Ya din ya bilim, elbet birbirlerinin önünü bir yerde kesecektir. Ya yapay canlılar yaratılırken, ya başka gezegenlerde yaşam keşfedilirken ya da bilim, insanları tekrar diriltebilirken. Bu bahsettiğim olguları inançlı birinin yapması zor. Çünkü inançlı birisi, etik olarak dinin kurallarına ve dogmatik yapısına bağlı kalmak durumundadır. Örneğin; yaratılış hikayesini kabul edip sual sormaz ise, genetikte biyolojide ilerleme kaydedemez. Veya beklenmedik bir ölüme karşı kader diyip geçerse, o hastalığın tedavisini asla bulamaz. Bir şeyi öğrenmenin temel yolu soru sormaktır. Yani bu soruyu belli sebepler dahilinde soramamak, ufkunu yarıya indirmek demektir. Din olguları ise, günümüz şartlarında yanlış ellerce kullanılmasından dolayı ufku yarıya indiriyor. dinin korkutucu bir öğe olarak cahilce kullanılmasının sonucu olarak kişi korku faktöründen dolayı dine bilimden daha çok inanıyor, ve bu yüzden bilim gelişmiyor. türkiye'de şu durumdan dolayı.
Günümüzden gerçek bir örnek verip, din-bilim ilişkisine göz atalım. Hepinizin bildiği gibi coğrafya bir bilim dalıdır. Eskiden dünyanın yuvarlak olmadığı konusunda tek kişi hariç, herkes hem fikirdi. Ancak coğrafya bilimi, bu tek kişinin haklı olduğunu ortaya çıkardı. Günümüzde kime sorsanız inançlı yada inanmayan dünyanın yuvarlak olduğuna inanır. Çünkü dine karışan bir olgu yoktur o an işin içinde. Ancak bir camiye gidip ibadet eden kişiye, kabeye doğru değilde 180 derece dönüp namaz kılmasını, bunun aslında dünyanın yuvarlak olmasından mütevellit, aynı hesaba geleceğini söyleyin. Vereceği tepkiyi merak ederdim doğrusu. Tabi ki denemeden bilemeyiz ama, onca senedir bu memleketteyiz, neler gördük neler duyduk. Sonucu az çok tahmin edebiliriz sanırım.
Şayet sonuç tahmin ettiğimiz boyutta ise, inanılan bir salt bilim doğrusunun, dini değerlere karışma ve onu sarsma kaygısından ve hatta bilinç altında allah korkusunu tetiklediğini görmekteyiz. O yüzden henüz kesin olarak bilinmeyen olguların, inananlar tarafından doğru veya yanlış olduğu sonucuna varılamaz (big bang'ten önce ne olduğu veya yaratıcı var mıdır sorusu). Henüz bilinmeyen olgular ile allah'ın varlığı ispat edilemez. Aynı şekilde yokluğu da ispat edilemez. İnanan insanların önce buna bir son vermesi gerekiyor. İnanmayan kişilere, henüz bilimin ulaşamadığı yerlerden sorular sorulması, kişinin cehalettinden başka bir şey değildir. Dinin kesin hüküm verebildiği, bilimin üzerine gittiği konular inanan insanları rahatsız etmemelidir. Bilime katkı yapmak için önce bunu bir köşeye bırakmak gerekiyor. Aksi takdirde, türkiyede bilimde çığır açabilicek herhangi bir gelişme yaşanacağını düşünmüyorum. Onlarca einstein olsa da, sırf çevreden gördüğü bu din kaygısı yüzünden ufku daralacaktır. Şimdilik en azından inanan insanların bu bilince gelmesi umuduyla diyelim. (yine genelleme yapmıyorum.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)