10 Ağustos 2016 Çarşamba

Yaşamak Nedir ?




Schopenhauer'un kirpi hikayesinden bahsetmiştim, tekrar bahsedeyim, konu ile alakasını devamında açıklayacağım;
"Soğuk bir kiş sabahı çok sayıda kirpi donmamak için hep birlikte ısınmak üzere bir araya toplanır. ama kısa süre sonra oklarının birbirleri üzerindeki etkilerini görüp yeniden ayrılırlar. Isınma gereksinimi onları bir kez daha bir araya getirdiğinde okları yine kendilerine engel olur ve iki kötü arasında gidip gelirler, ta ki birbirlerine katlanabilecekleri uygun mesafeyi bulana kadar. Bunun gibi, insanların hayatlarının boşluğundan ve tekdüzeliğinden kaynaklanan toplum gereksinimi onları bir araya getirir, ama nahoş ve tiksinti verici özellikleri onları bir kez daha birbirinden ayırır."
Biz toplumsuz yaşayamayacak kadar aciz bir hale gelmiş bir insan çağındayız. Hatta o kadar içindeyiz ki bunun, binaların kapattığı gökyüzüne günde kaç defa bakabilip/bakıp bir şahsiyetimiz olduğunu, bize söylenenlerin dışında, yapmamızı istenilenlerin dışında (okul, askerlik, evlilik, emeklilik) bir hayat görmüyoruz. Böyle diyoruz, böyle, bu kadar. Yaşamak denince 'geçinmek' kavramından öteye, bundan öte bi ideale ulaşamıyor düşüncelerimiz. "Yaşamak" demekle "geçinmek" kavramlarını o kadar birbirine soktuk ki (aslında o kol düğmeli adamlar soktu bizi bu duruma) biz yaşamıyoruz, geçiniyoruz. İstem olmadan yaşayış, yaşama çabası olmaz. Bizim istemlerimiz 'geçinmek'le sınırlı. Hani bazıları seyrediyor hayatı en önden diyoruz ya,  problem onların seyretmeleri değil, bizim onları kabullenmemiz. Örgütsüz bir halkta ezilmeye mahkûmdur. Onların neden orada, bizim neden burada olduğumuzu soran bazı insanlar ise, bize bile ne olduğu anlatılmadan onlar tarafından bize karşı lanetlenip öldürüldü. Aslında toplumdan çıkıp şahsiyetin kendi ilmini nasıl aşacağını konuşmak lazım.
'Asıl biz', gün boyunca yaşamaya, 'diğer biz' gün boyunca geçinmeye çalışıyor. Çok azımız gerçek  isteklerimizi beyan edebiliyor veya davranışa geçirebiliyoruz. Sabah kalktığımız andan beri yatana kadar susmak bilmeyen o iç benimiz/sesimiz, bizim hayatta her gün uyduğumuz kurallara neden uyduğumuzu, neden toplumsal kurallar dahilince ilerledigimizi ve risk almadığımızı sorup duruyor. Yani içerdeki adam bambaşka bir dünya kuruyor yaşarken, bizse bizim önümüze düşen dünyayı kısıtlarınca yaşıyoruz. Biz, bir değişim istiyoruz evet. Hatta öyle bi değişelim istiyoruz ki, bir daha değişmek zorunda kalmayalim istiyoruz. Ama biz gerçekten değişmek istesek gerçekten bunu yüreklice istesek, şu anı bile boşa geçirmeden kalkar başlarız. Ama belirli bir yalnızlığa ve çöküntüye o kadar alışmışız ki, bunu rahatlık olarak algılıyoruz. İnsanlara, arkadaşlara kirpinin sıcağı istemesi misali yaklaşmamız ise yalnızlığı aldatmamız.  Asıl arayışı, mutluluğun pınarını hep uzak gelecekte olacak olan 'şey'den bekliyoruz. Tıpkı ölümü de şuan bizden çok uzak bir gelecekte bizi beklediğini düşündüğümüz gibi. Zincirleme hayaller kuruyoruz. Bir şeyler olduktan, sonra o olduktan, sonra o olduktan sonra hedefe varacağımızı tembihlemişiz kendimize. Ama söylüyorum, bizi bizden başka kimse değiştiremez, ne cafcaflı bir söz ne de bir sevgili. "Geçinmek" ile ilgili hiçbir şey için tam manasıyla motivasyonumuz yok. 'Asıl biz' olan "yaşamak" bunu elimizden alıyor, ve haklı da. Elimize geçen her 100 tl yi hangi en değerli biçimde harcayarak kendimizi mutlu edebiliriz ki? daha kaç 100 tl arayışı ile "geçinmek" yerine "yaşam" elde edebiliriz? Biz o her 100 tl yi belki "yaşamak" alabiliriz diye kazanıyoruz ancak elimize geçen bir tutam "geçinmek".
Hayatı ve yaşamanın ne olduğunu bilmiyoruz. Hayatın bize sürekli bir şeyler borçlu olduğu hissiyatının hırsıyla, elde edemediğimiz şeylerin nedenlerini bile sorgulamadan küfredip geçiyoruz. Toplum içinde bize bahşedilen statü, sıfat, ünvanlara yani kelimlere o kadar bağlı kalmışız ki, bunlar için yaşıyoruz ve  ancak bu şekilde bir "yaşam" elde edebileceğimizi düşünüyoruz. Ölene kadar da bunun sınavlarına girip çıkıyoruz. Sonunda sadece bir yaşam sahibi olabilmek için sonuna kadar 'geçiniyoruz'/geçindirilmeye zorlanıyoruz.
Tarih bizim gibileri yazmayacak. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Unutulacağız. Eğer risk almadan yaşamaya devam edeceksek, bize onun bunun dediği hayat rehberini takip edip hayatı ezberleyip 'geçinmeye' devam edeceksek, "tarih bizi yazmayacak". Mutluluk hep kaçan bir balık olarak kalacak. Mutluluk "yaşamaktır".

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder