8 Kasım 2016 Salı

Söylemek ve Eylemek



Kendimiz hakkında düşündüklerimizin somut gerçeklerden daha fazla somutlaşmasıyla; yergilerimizin, vazgeçişlerimizin, umursamayıp hayatın dengesiz yollarına bıraktığımız belkilerimizin, tek çırpınış göstermeden bu balıkçı ağından, tek beceri denemeden bu kördüğümden, tek hareket etmeden bu cendereden çıkmaya bile çalışmadan; İyiyi, gösterişliyi, herkes tarafından kabul görüneni, üzerine/yanına yakışanı, zevklerini istediği şekilde tatmin edebilecek olanını, istediğimizde duyduğumuz, istediğimizde sağır olduğumuz, bizi bir sürü sorumluluktan kurtaracak, bize sevgi köleliği yapacak birilerini, dertlerimizi bitirecek bir şeyleri istiyoruz. Ve bunu da sırf kendi mutluluğumuzu zıkkımlanmak için istiyoruz.
Tıpkı bir zengin çoçuğunun babasından bir araba istemesi gibi istiyoruz, tıpkı bir patron gibi işçiden ona çay getirmesini ister gibi istiyoruz. Hayattan isteklerimizi o kadar çok onlar gibi istiyoruz ki, o kadar çok normal istiyoruz ki bunu; elimize bir şey geçmeyince oğluna araba almayı reddeden babanın oğlu durumundaki hali gibi oluyoruz. Şaşırıyoruz nasıl olur diyoruz, niye diyoruz, neden haketmemiş olabileceğimizi hiç düşünmeden gördükçe istiyoruz. Birşeyleri bildikçe, umarsızca istiyoruz. Baba bize o arabayı kazanacak tek kuruşluk iş yapmadığımızı söylüyor ve farkına varıyoruz ve hayatta işlerin söylemekle eylemek arasında gidip geldiğini anlıyoruz. Hayatta eyleyen ve söyleyen olarak 2 tip insan olduğunu anlıyoruz.
Bu eyleyenleri buralara kadar getirense söyleyenler. Söyleyenler eylenenlerden bahsettikçe yerleri daha da sağlamlaşıyor.
Söyleyenlerse bir gün eyleyen olmak için hayal kurup duruyor. Söyleyenler onları onlardan daha fazla tanıyor, onları onlardan daha fazla analiz ediyor,  onları onlardan daha çok olmak istiyor ve sürekli nasıl eyleyen oldukları sorusunu kendine soruyor, kendinin neden eyleyen olamadığını soruyor ve soruyor. Söyleyen aslında cevabı biliyor. Söyleyen bütün bunları sadece "söylediği" eylemediği için bir söyleyen olduğunu anlıyor.
Eyleyen olmak için, kaderin zırhlı tankına bir tekme atmak, çabalamak zorunda olduğunu anlıyor. Boşa gideceğini düşünüyor çünkü, koca tankı tekme ve yumrukla yıkamayacağını düşünüyor. Ama bir gün tekrar farkına varıyor ve 2 tip insan olduğunu hatırlıyor. Söyleyen ve eyleyen. Tekmeyi ve yumruğu zırhlı tanka attığı anda söyleyenlerin sürekli onu konuşacağını farkediyor. Başarının tankı yıkıp yıkmamak olduğunu kimse bilmiyor, ama söyleyenler öyle zannediyor. Ve tekmeler yumruklar başlıyor. Söyleyen olduğu kadar eyliyor bu sefer. Bizim söyleyen ne kadar çabalasa da tankı yıkamıyor, ama bir eyleyen olarak söyleyenlerin yanından ayrılıp gidiyor.
Ve o gün yine farkediyor; başarı her daim eyleyen olmaktan geçiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder