1. Çok yüce bir ruhun olduğunu biliyorum; engellerin
üstesinden gelmek için yararlı, güçlü ilkelerle kendini donatmaya başlamadan
önce bile yazgıya karşı koymakla gurur duyardın; artık yazgıyla boğuştuğun,
gücünü sınadığın çok daha doğru. Çünkü birçok güçlük dört bir yanda bize karşı
durmadıkça, zaman zaman çok yakınımıza gelmedikçe, güçlerimiz bizde hiçbir
zaman tam bir kendimize güven duygusu uyandırmaz. Gerçek ruhun sınanabildiği
tek yol budur, -ruh dışımızdaki şeylerin yetkisi altına girmeyi hiçbir zaman
kabul etmez.
2. Bu, böyle bir ruhun mihenk taşıdır, daha önceden hiç yara
bere içinde kalmamışsa hiçbir boksör dövüşe yüksek bir moralle çıkamaz;
yalnızca, özgüvenle yarışmaya giren, kendi kanını gören, rakibinin yumruğu
altında dişleri takırdayan, bir çelmeyle düşüp rakibinin atağının tüm gücünü
duyan, ruhça değil gövdece yere serilen, işte böyle bir yarışmacı her
düştüğünde her zamankinden daha büyük bir meydan okumayla yeniden ayağa kalkar.
3. Böylece betimlememi sürdürürsem, şimdiye kadar yazgı hep
sana baskın çıktı; ama sen gene de vazgeçmedin, kalktın, daha büyük bir istekle
direndin onun karşısında. Çünkü yiğitlik meydan okundukça güçlenir; yine de
kabul edersen, kendini sağlamlaştırabilmen için bazı ek koruyucular önereyim.
4. Lucilius, bizi korkutabilecek şeyler, bizi ezen şeylerden
daha çoktur; çoğu kez gerçekte olan şeylerden çok imgelemde acı çekeriz.
Seninle Stoacı bir havada değil kendi daha ılımlı tarzımla konuşuyorum. Çünkü
haykırışlara, sızlanmalara neden olan tüm bu şeylerin önemsiz ve dikkate değmez
olduğunu söylemek Stoacı biçemimizdir; ama sen de ben de tanrı biliyor ya,
böyle doğru olmasına yeterince doğru ama çok gürültü çıkaran sözleri
bırakmalıyız. Sana, bunalım gelmeden mutsuz olmamanı öneririm; sanki gelip
çatmış gibi benzini attıran tehlikeler belki hiç başına gelmeyecek; şimdiye
kadar da kesinlikle gelmediler.
5. Buna göre, kimi şeyler bize olması gerekenden daha çok
acı çektirir; bazıları da olması gerektiğinden önce acı çektirir. Acıyı abartma
ya da tasarımlama ya da öngörme alışkanlığımız var.
*Bu üç yanlıştan ilki, konu tartışmalı olduğu, deyim yerindeyse dava hala
mahkemede olduğu için şimdilik ertelenebilir. Benim önemsiz diyeceğimin, çok
ciddi olduğunu ileri süreceksin; çünkü kimi insanların kırbaçlanırken
güldüğünü, kimilerinin de kulağa patlayan bir yumrukla ürküp geri çekildiğini elbette
biliyorum. Bu kötü şeylerin güçlerini kendi güçlerinden mi yoksa bizim
zayıflıklarımızdan mı elde ettiklerini daha sonra göz önünde bulunduracağız.
6.Bana bir iyilik yap, insanlar, mutsuz olduğuna inandırmak
için çevreni sardığında ve seninle konuşmaya çalıştıklarında onlardan duyduklarını
değil kendinin ne duyumsadığını düşün, kendi duygularına danış ve kendi işlerini
başka birinden daha iyi bildiğin için kendi kendini bağımsız olarak sorguya
çek. Sor: “Bu insanların benim acımı paylaşmalarını gerektirecek bir neden var
mı? Belalar bulaşıcıymış gibi neden benden hastalık kapacaklar diye
kaygılanmaları hatta korkmaları gereksin? Bu işte kötü bir şey mi var yoksa bu
bir kötülükten çok, yanlış bilgilendirme sorunu mu?” Bile isteye sor kendine: “Yeterli
bir neden olmadan mı acı çekiyorum, neşesizim, kötü olmayan bir şeyi ben mi
kötüye dönüştürüyorum?”
7. Soruya karşılık verebilirsin: “Acılarımın gerçek mi yoksa
düş ürünü mü olduğunu nasıl anlarım?” Böyle işler için kural şu: Bize işkence
eden ya şimdiki şeylerdir ya da gelecek şeyler ya da ikisi birden. Şimdiki
şeyler konusunda karar vermek kolay. Kendinin özgürlüğün, sağlığın tadını
çıkardığını ve bir haksızlık yüzünden acı çekmediğini varsay. Gelecekte ne
olabileceğine gelince, onu sonra geldiğinde göreceğiz. Bugün için o konuda kötü
bir şey yok.
8. “Ama bir şey olacak.” Dersen, önce, yaşanacak sıkıntı
konusundaki kanıtların kesin olup olmadığını gözden geçir. Çünkü çoğu zaman
kuruntularımız yüzünden acı çekeriz ve alaycı söylenti bizimle alay eder;
söylentinin savaşları bitirme eğilimi vardır ama çoğu kez bireyleri bitirir.
Evet sevgili Lucilius’um insanların söylediklerini çabucak onaylarız. Bizi
korkutan şeyleri sınamayız; onları iyice incelemeyiz; tıpkı ürküp kaçışan
sığırların kaldırdığı bir toz bulutu yüzünden kamplarını terk etmek zorunda
kalan ya da doğrulanmamış bazı söylentilerin yayılmasıyla paniğe kapılan
askerler gibi korkup geri çekiliriz.
9. Öyle ya da böyle bizi en çok altüst eden boş bir
söylentidir. Çünkü gerçeğin belli sınırları vardır; ama belirsizlikten doğan
söylenti, korkmuş bir usun sorumsuz iznine aktarılır, tahmine dayalı yargıyı
destekler. Panikteki korku kadar yıkıcı, denetlenemez bir korku olmamasının
nedeni budur. Çünkü öteki korkular yersizdir, oysa bu korkuda insanın aklı
başından gitmiştir.
10. Öyleyse konuya dikkatle eğilelim. Belki başımıza bazı
sıkıntılar gelecektir; ama bu şimdiki bir olgu değildir. Sık sık hiç
beklenmedik bir şey olmuştur! Hem alnına böyle bir şey yazılmış olsa bile çıkıp
koşa koşa acını karşılaman neye yarar? Gelip çattığı zaman çok geçmeden
yeterince çekeceksin; bu yüzden bu arada dört gözle daha iyi şeyler bekle.
11. Ne mi kazanacaksın bunu yaparak? Zaman. Bu arada yakındaki
ya da şu andaki sıkıntıları ertelemeye ya da sona başka birine aktarmaya hizmet
edecek birçok olay olacaktır. Bir yangın kaçış yolu açtı. Bir yıkım insanları
yavaşça yere bıraktı. Zaman zaman kılıç tam kurbanın boğazındayken durdu.
İnsanlar kendi cellatlarından daha çok yaşadı. Kötü yazgı bile gelgeç
gönüllüdür. Belki gelir belki gelmez; şimdiye dek gelmedi. Bu yüzden daha iyi
şeyler um.
12. Us ara sıra hiçbir kötülük belirtisi yokken kendine uydurma
kötülük biçimleri yaratır; anlamı belirsiz bazı sözleri en kötü anlama yorar ya
da ona yönelen kinlerin gerçekte olduğundan daha ciddi olduğunu kurar
kafasında; çünkü düşmanının ne kadar öfkeli olduğunu değil de onun
öfkelendiğinde işi nereye vardıracağını düşünür. Ama kendimizi korkularımıza
çok fazla kaptırırsak yaşam yaşamaya değmez, üzüntülerimizin hiçbir sınırı
olmaz, bu konuda sana öngörü yardım etsin ve apaçık göründüklerinde bile
korkuları kararlı bir ruhla küçümse. Bunu yapamıyorsan bir zayıflığı başka bir
zayıflıkla yok et, korkunu umutla hafiflet. Bu korktuğumuz şeyler arasında
şundan daha kesin hiçbir şey yoktur: Ödümüzü koparan şeyler hiçliğe gömülürken
umut ettiğimiz şeyler bizimle alay eder.
13. Bu yüzden umutlarını da korkularını da dikkatle tart, belirsiz
olan bütün öğelerde her zaman kendi yararına karar ver; yeğ tuttuğun şeye inan.
Oyların çoğunu korku kazanırsa gene de öteki yöne eğilim göster ve ruhunu
tedirgin etmeye son ver, durmadan şunu düşün: Birçok ölümlü, gerçekte ortada
hiçbir sıkıntı yokken ya da gelecekte de bir sıkıntı yaşanması kesin değilken
bile, telaşa kapılıp kaygılanır. Geleceğe dönük ısrarla konuşmaya başladılar mı
hiç kimse durdurmaz onları; böyle biri paniğini de gerçeğe göre ayarlamaz. Hiç
kimse, “Öykünün yazarı bir budala, öyküye inana da onu uyduran kadar budala.”
demez. Her esintiye kapılıp gidiyoruz; belirsizliklerden sanki onlar kesinmiş
gibi korkuyoruz. Ölçülülük gözetmiyoruz. En küçük bir şey bile etkisini
gösterip bizi telaşa düşürüveriyor.
*(Seneca “abartılmış kötülükler” konusunu, bugünkü sıkıntılar
konusunda yargılar farklı olacağı için bir yana bırakır; örneğin Stoacılar
işkencenin kötü bir şey olduğunu kabul etmez.)
Moral Letters to Lucilius
-Seneca.
1. I know that you have plenty of spirit; for even before you
began to equip yourself with maxims which were wholesome and potent to
overcome obstacles, you were taking pride in your contest with Fortune;
and this is all the more true, now that you have grappled with Fortune
and tested your powers. For our powers can never inspire in us implicit
faith in ourselves except when many difficulties have confronted us on
this side and on that, and have occasionally even come to close quarters
with us. It is only in this way that the true spirit can be tested, –
the spirit that will never consent to come under the jurisdiction of
things external to ourselves.
2. This is the touchstone of such a
spirit; no prizefighter can go with high spirits into the strife if he
has never been beaten black and blue; the only contestant who can
confidently enter the lists is the man who has seen his own blood, who
has felt his teeth rattle beneath his opponent's fist, who has been
tripped and felt the full force of his adversary's charge, who has been
downed in body but not in spirit, one who, as often as he falls, rises
again with greater defiance than ever.
3. So then, to keep up my
figure, Fortune has often in the past got the upper hand of you, and yet
you have not surrendered, but have leaped up and stood your ground
still more eagerly. For manliness gains much strength by being
challenged; nevertheless, if you approve, allow me to offer some
additional safeguards by which you may fortify yourself.
4. There are more things, Lucilius, likely to frighten us than
there are to crush us; we suffer more often in imagination than in
reality. I am not speaking with you in the Stoic strain but in my milder
style. For it is our Stoic fashion to speak of all those things, which
provoke cries and groans, as unimportant and beneath notice; but you and
I must drop such great-sounding words, although, heaven knows, they are
true enough. What I advise you to do is, not to be unhappy before the
crisis comes; since it may be that the dangers before which you paled as
if they were threatening you, will never come upon you; they certainly
have not yet come.
5. Accordingly, some things torment us more
than they ought; some torment us before they ought; and some torment us
when they ought not to torment us at all. We are in the habit of
exaggerating, or imagining, or anticipating, sorrow.
The first of these three faults
[1]
may be postponed for the present, because the subject is under
discussion and the case is still in court, so to speak. That which I
should call trifling, you will maintain to be most serious; for of
course I know that some men laugh while being flogged, and that others
wince at a box on the ear. We shall consider later whether these evils
derive their power from their own strength, or from our own weakness.
6. Do me the favour, when men surround you and try to talk you
into believing that you are unhappy, to consider not what you hear but
what you yourself feel, and to take counsel with your feelings and
question yourself independently, because you know your own affairs
better than anyone else does. Ask: "Is there any reason why these
persons should condole with me? Why should they be worried or even fear
some infection from me, as if troubles could be transmitted? Is there
any evil involved, or is it a matter merely of ill report, rather than
an evil?" Put the question voluntarily to yourself: "Am I tormented
without sufficient reason, am I morose, and do I convert what is not an
evil into what is an evil?"
7. You may retort with the question:
"How am I to know whether my sufferings are real or imaginary?" Here is
the rule for such matters: we are tormented either by things present, or
by things to come, or by both. As to things present, the decision is
easy. Suppose that your person enjoys freedom and health, and that you
do not suffer from any external injury. As to what may happen to it in
the future, we shall see later on. To-day there is nothing wrong with
it.
8. "But," you say, "something will happen to it." First of
all, consider whether your proofs of future trouble are sure. For it is
more often the case that we are troubled by our apprehensions, and that
we are mocked by that mocker, rumour, which is wont to settle wars, but
much more often settles individuals. Yes, my dear Lucilius; we agree too
quickly with what people say. We do not put to the test those things
which cause our fear; we do not examine into them; we blench and retreat
just like soldiers who are forced to abandon their camp because of a
dust-cloud raised by stampeding cattle, or are thrown into a panic by
the spreading of some unauthenticated rumour.
9. And somehow or
other it is the idle report that disturbs us most. For truth has its own
definite boundaries, but that which arises from uncertainty is
delivered over to guesswork and the irresponsible license of a
frightened mind. That is why no fear is so ruinous and so uncontrollable
as panic fear. For other fears are groundless, but this fear is
witless.
10. Let us, then, look carefully into the matter. It is likely
that some troubles will befall us; but it is not a present fact. How
often has the unexpected happened! How often has the expected never come
to pass! And even though it is ordained to be, what does it avail to
run out to meet your suffering? You will suffer soon enough, when it
arrives; so look forward meanwhile to better things.
11. What
shall you gain by doing this? Time. There will be many happenings
meanwhile which will serve to postpone, or end, or pass on to another
person, the trials which are near or even in your very presence. A fire
has opened the way to flight. Men have been let down softly by a
catastrophe. Sometimes the sword has been checked even at the victim's
throat. Men have survived their own executioners. Even bad fortune is
fickle. Perhaps it will come, perhaps not; in the meantime it is not. So
look forward to better things.
12. The mind at times fashions for itself false shapes of evil
when there are no signs that point to any evil; it twists into the
worst construction some word of doubtful meaning; or it fancies some
personal grudge to be more serious than it really is, considering not
how angry the enemy is, but to what lengths he may go if he is angry.
But life is not worth living, and there is no limit to our sorrows, if
we indulge our fears to the greatest possible extent; in this matter,
let prudence help you, and contemn with a resolute spirit even when it
is in plain sight. If you cannot do this, counter one weakness with
another, and temper your fear with hope. There is nothing so certain
among these objects of fear that it is not more certain still that
things we dread sink into nothing and that things we hope for mock us.
13. Accordingly, weigh carefully your hopes as well as your
fears, and whenever all the elements are in doubt, decide in your own
favour; believe what you prefer. And if fear wins a majority of the
votes, incline in the other direction anyhow, and cease to harass your
soul, reflecting continually that most mortals, even when no troubles
are actually at hand or are certainly to be expected in the future,
become excited and disquieted. No one calls a halt on himself, when he
begins to be urged ahead; nor does he regulate his alarm according to
the truth. No one says; "The author of the story is a fool, and he who
has believed it is a fool, as well as he who fabricated it." We let
ourselves drift with every breeze; we are frightened at uncertainties,
just as if they were certain. We observe no moderation. The slightest
thing turns the scales and throws us forthwith into a panic.